1.6.09

Post Dial



http://www.myspace.com/postdial

MÜSLÜMAN MAHALLESİNDE KOŞAN SALYANGOZ

Bu yazıya başlamak için, pek çok girizgâh düşündüm, yazdım, sildim; çünkü haklarında söylenecek çok şey var, nereden başlayacağımı bilemedim.
Şöyle başlayalım: "Bona Fide" isimli şarkıları, eğer, atıyorum, Amsterdam'da yaşayan XY adlı elektro/dans ikilisinin bir şarkısı olsaydı; şu an kliplerini pek çok kanalda görüyor olabilirdik. Cihangir ve çevresinde yaşayan, ve malum entellektüel/cyber punk yaşam biçimini benimsemiş kimilerimizce, parası(!) neyse verilirdi; malum avantgard mekanlarımızda misafir ederdik. Öncesinde de "Post Dial" gibi bir grubu çıkarır, kendimizi geceye ve ortama hazır ederdik.
Dans müziği ve kültürü, yıllardır, ülkemizde garip dalgalanmalarla, toplumun sınıfları arasında yer değiştirip duruyor; fakat en azından son yıllarda bu müziğin sahiplenici kitlesi, aşağı yukarı bir kimlik kazanmaya başladı. Kimseye laf söyleyecek halimiz yok. Ama bu kitlenin, kendi kültürünü sağlamlaştırabilmesi için, kanımca kendi değerlerini de üretebilmesi gerekiyor. Bu anlamda Post Dial, yabana atılmaması gereken bir grup. Keza onların da bu parametrelerin varlığını, akıllıca hamlelerle bir avantaja çevirebildiklerini görmek grubun geleceği açısından umut verici.
Görsel kimliğinden kayıt kalitelerine kadar pek çok alanda çok bütün ve kimlik sahibi bir iş çıkaran bu grubu, “Müslüman mahallesinde salyangoz satıyorlar” demeden, objektif ve alıcı gözüyle/ kulağıyla dinlemek gerek. Grup elemanları Yiğit Bülbül ve Sinan Tinar'ın bizi şaşırtmamalarını dileyelim, ve bu müziğin ülkemizde gelişebilmesi için önemli bir işe imza attıklarını hatırlatalım.

Blacktooth


www.myspace.com/blacktoothmusictr

MAHŞERİN DÖRT ATLISI

Yurtdışındaki namı, yurtiçindekinden çok daha önden yürüyen Blacktooth, rahmetli Pantera gitaristi Dimebag Darrell’ın sene-i devriyesinde düzenlenen Ride For Dime Festivali’nde getirdiği “yüksek” sesi takip etti ve kendileri için çizdikleri yolda hızla ilerleyerek, bu müziğin yurtdışındaki die hard fanları için şimdiden hatırı sayılır bir grup halini aldı. Müziklerinin mayasında bulunan, bira, otoyol, viski, öfke ve umursamaz şiddeti o kadar doğru bir biçimde anlamışlar ve anlatmışlar ki; Türk metal gruplarının çoğunun düştüğü "elbisenin bol gelmesi" durumu, Blacktooth için söz konusu değil. Hatta bu oturmuş grup kimliği, onların bu işi ne denli ciddiye aldıklarının en açık göstergesi. Bunların hepsinin ötesinde, Blacktooth duvar gibi bir grup. Enerjinin, tarzın en önemli elementi olduğu bu tip müziklerde; şarkıların kayıt biçiminden tutun, sözlerdeki "şiddete" dek pek çok şey ince ayarlar gerektiriyor. Blacktooth, bu janrın öncülerinin, ardıllarına miras bıraktığı bu enerjiyi iyice anlamış, özümsemiş; üzerine bir fıçı bira içip, şarkılarının üzerine kusmuş. Evet, hala bir albümleri yok fakat bir “ordu”ları var -ki genelde tersi olur-; ve bu ordu, ellerinde viskileri ile motorsikletleri üzerinde, onların tabiri ile cehenneme doğru koşturuyorlar.

Deli Gömleği


http://www.myspace.com/deligomlegi

YÜZEYDE OLMAK

Deli Gömleği hakkında kafamı en çok kurcalayan şey, şu anda durdukları yerin bir tercih olup olmadığı.
1999 yılından beri, aktif olarak müzikal serüvenine devam eden grup; pek açık ki, grubun o günde bugüne değişmeyen tek elemanı olan vokalist/gitarist Özver Yılmaz’ın omuzlarında yükseliyor. Bu güne dek 6 adet demo albüm yayınlayan grupla, bir şekilde konserlerde, festivallerde, internet ortamında karşılaşmış olmanız mümkün; keza grup, grunge müziğin Türkiye’deki ilk ve en önemli temsilcilerinden biri ve halen bu “asi” ve “umursamaz” tavırları devam ediyormuş gibi görünüyor.
İşte bu noktada, en başta sorduğumuz bu soru akıllara geliyor: Bu denli uzun bir zaman dilimi boyunca, kim bilir ne tip zorluklara rağmen, bu tutukudan kopmayan grup, albüm yapmamayı, ya da "yüzeye çıkmamayı" kendileri mi tercih etmiştir? Ya da etrafta onlardan daha çok "yüzeyde olmayı hakeden" gruplar olduğu için, onlara sıra mı gelmemiştir?
Bu anlamda, Deli Gömleği’nin, değişip duran ve kimsenin aslında aklı başında biçimde takip edemediği ve artık iyice çığırından çıkan müzik tarzları arasındaki duruşu anlamında incelenmesi gereken bir grup olduğuna inanıyorum. Yıllardır, en başta tutundukları saf ve yırtıcı müzikal değeleri savunuyor olmaları, bu işi gerçekten "isteyerek" yaptıklarının göstergesi.
Söz yazımındaki ve ve bu sözlerin enteresan prozodi düzenlemelerindeki başarılarına özellikle dikkat etmek gerek. Keza kayıtlarını da muhtemelen bu saf ve katıksız ruh halini bastırmaması için, yıllardır aynı dengelerde tutmuşlar. “İçtenlik Öldü” ve “Şimdi Aklımdaydın” isimli şarkılarına özel dikkat göstermek gerek.
Son bir soru ile bitirelim: Acaba piyasanın albümsüz gruplara vaadettiklerinin grupları nasıl bir çıkmaza sürüklediğini gördükten sonra, Deli Gömleği'nin izliyor olduğu yol acaba makbul olan mıdır?

2/5 BZ


http://www.myspace.com/2serhat5bz

ARABESCORIENTAL PERFORMANS SANATI

Bilenler bilir; pek çoklarımız henüz Bryan Adams ya da Michael Jackson gibi isimlerin yarattığı etkinin altındayken -en azından ben yaşım gereği bu gruba dahilim-, Serhat Köksal farklı janrlar arası geçişler ve sentezler kurgulayan projesi 2/5 BZ ile uzuncadır müzik endüstrisinin çemberleri dışında, sektöre nanik yapıyordu. Fakat 2/5 BZ için sadece bir müzikal oluşum deyip geçmek hafif kaçar. Günümüzde artık adları ve formları birbirlerinin içine tamamen kaynaşmış olan sanatsal disiplinlerin,bu disiplinlerden herhangi birini “aracı” olarak kullanıp kendine kaynak bulması durumu; adına postmodern sanat denen şeyin vuku bulmasının anahtarı; ve Serhat Köksal bu sanatsal yolculuğunun seyrini tam da bu noktadan hareketle belirliyor. Bienallerde ve sergilerde ortaya koyduğu performanslarla, ismi özellikle sanat çevrelerinde hayli yayılmış olan bu projeye bu sayfalarda yer vermek boynumuzun borcudur. Keza, Serhat Köksal’ın, müziğin herhangi bir biçimde çarpıtılması, yayılması, bozulması ve tekrar inşası konusunda daima taraftar olduğunu düşünüyorum. İşte bu yüzden ortaya çıkan işin adına kendimce, “arabescoreiental” diyorum; “core” kısmını özellikle vurgulayarak.

Lele


http://www.myspace.com/leletr

HAYATIN ESKİZİ

Lele’ye bu sayfada yer verdim; çünkü FL ya da Reason gibi kullanımı pek de geniş bir dijital müzik bilgisi birikimi gerektirmeyen –fakat ilerlemesi tecrübe gerektiren- müzik programları ile; sadece komposizyon denemeleri ve notalarla, müziğin derinine dokunmayı başarabilen müzisyen sayısı, kanımca zannedilen de az, ve Lele’nin de bu işi başarabildiğini düşünüyorum.
Müziğinin ipekten yüzeyini pek de bulandırmadan oluşturduğu rahat ve düşük tempolu şarkıları, günümüzün kalabalık elektronik müzik anlayışı içinde başka birilerine, başka bir yerlere göz kırpıyor. Seslerin doğasına -belki de farkında da olmadan- atfettiği önem, az malzemeyle de çok iş yapılabileciğini hatırlatıyor. Evet, bu iş, düşük tempo üzerine hafifçe serpiştirilmiş üç beş nota ile de oluyor ve galiba böylesi daha rahatlatıcı, daha naif ve daha duru oluyor.
Uzun zamandır okumayı planladığınız ama saçma sebepler yüzünden bir türlü başlayamadığınız o kitabı alın elinize, televizyonu kapatın ve koltuğa kurulun; “From Sketchbook To Life” açın. Nabzınız biraz düşsün; belki de hayat aslında o kadar da hareketli ve boğucu değildir.

Saltuk


EGZANTRİK NEYZEN

http://www.myspace.com/saltuk

Football Manager, Championship Manager gibi oyunlarla zaman öldürmüş olanlar varsa bilirler: Kalecilerin profil özelliklerini gösteren ekranda, “Eccentricity” diye bir sekme vardır ve adından da anlayabileciğimiz üzere, kalecinin “enteresanlığını” dile getirir; ve giyiminden, tavrından, seyirci ile iletişiminden vs. den ileri gelir. Bu köşeyi hazırlarken de, kendimce, bu tip değerler uyduruyorum; ve Saltuk şu ana dek "Eccentricity" puanı en yüksek olan isim belki de.
Saltuk’un müziğini dinlerseniz, sahalarda oldukça uzun süre ter döktüğünü –çok fazla şey dinlediğini, anladığını ve bunu tecrübeye dönüştürdüğünü- anlamak çok da zor değil. Bu tecrübe de ona, tarzlar arasında sıkışmak sorunundan ziyade, tarzlar arası rahat geçişler yapabilmek yetisini kazandırmış. Kayıtları, gayet anlaşılır ve farklı ruh tabiatlarındaki şarkıları, “olması gerektiği gibi” aktarabilecek biçimde çok boyutlu kotarılmış. İki şarkı arasındaki kayıt niteliği farkı, bir diğerini reddetmiyor; ve bu sayede hepsine aynı elin parmak izlerini bırakıyor –ki sanırım albümü olmayan müzisyenlerin kayıtlarını yaparken düştükleri hata, hatta gözden sürekli kaçırdıkları nokta da bu. Zaman zaman, yakın geçmişin; kimi zaman günümüz alternatif rock soundunun ses dengelerini anımsatan kayıt biçimleri, şayet bilinçli olarak vücuda getirildiler ise, gayet başarılı.
Neyzen Tevfik’in dizelerinden yükselen, “Neyzen” isimli şarkıya bir kez olsun kulak verirseniz; gün boyunca dilinize yapışıveriyor ve yarattığı “umursamaz” ruh halini uzunca süre içinizden atamıyorsunuz: Denedim, gördüm.

Proudpilot


http://www.myspace.com/proudpilot

YABAN, ÇİĞ VE TUTARLI

Kendi anlatımları ile; tuşlu çalgılarda ve vokallerde Ekin Fil, bas gitar ve roketlerde Pınar Süt, davullar ve vinyllerde Kaan Akay’dan oluşan saç ayağının üzerinde duran Proudpilot, belirttikleri üzere, varolan kısır müzikal döngülerin dışında birşeyler vücuda getirmeye uğraşan ve bunu layığı ile başaran bir topluluk. Normal şartlar altında bu köşede, gruplar hakkındaki müzikal değerlendirmeleri bir kenara bırakıp, kararı takip etmek isteyenlere bırakıyor ve yalnızca ipuçları veriyorum. Fakat Proudpilot için durum biraz farklı, çünkü kulaklarımız ve zihinlerimiz bu tip aykırı sesler ile pek de tanışık değil. Bu yüzden, boyumuzu aşan üç beş kelam etmek gerek.
Çiğ ve haylice vintage duyulan davulların, karanlık armoniler takip eden klavyeye meydan okuduğunu ve bas gitarın ortalığı daha da kızıştırdığını; ve bu kavganın kocaman bir şatonun içinde cereyan ettiğini hayal edin; biraz huzursuz olduğunuzu ve şatonun içinde uzuncadır bulunmaktan ötürü biraz sıkıldığınızı. Yan odadan, çalınan şarkının halet-i ruhiyesi ile pek de örtüşmeyen notalarla şekil bulan bir kadın sesi gelirken ve sizi daha da gererken; bakalım, koltuğunuzda rahat oturabilecek misiniz?
Proudpilot’ın yapmak istediği şeyin, bu gergin ve huzursuz ruh halini; “yaban”lığı kullanarak anlatmak olduğunu düşünüyor; ve bunu çok özgün ve tutarlı biçimde başardıklarını açıkça itiraf ediyorum.

Tatu Fly?


http://www.myspace.com/tatufly

CİDDİYET DE BİR ERDEMDİR

“Ciddi müzik". İlk dinlediğimde, aklıma gelen ilk şey bu olmuştu; aradan zaman geçti, bir şekilde yeri geldi.
Müzisyenlerin, bir hayali, gerçekmiş gibi yaşamaları durumunun, müziğin önünü tıkadığına inanıyorum. Yani, olmadığımız gibi gözükmek ve hayal ettiğimiz ama beceremediğimiz birşeyi, inat ederek yapmaya uğraşmak, kısaca “-mış gibi yapmak"; müziğin, müzikal kimliğin içindeki çok önemli bazı şeyleri alıp götürüyor. Samimiyet, tutarlılık: adına ne derseniz o. Misal; Metallica’yı anlamış ve onlar gibi gitar riffleri yazmış olabilirsiniz; ama hiç bir zaman Megadeth olamazsınız. İşte Tatu Fly? bu tuzağa düşmemiş ve kendileri gibi davranmayı başarabilmişler.
Müziklerinin sırtını yasladığı Pink Floyd, Ched Zar gibi isimlerin bünyede yarattığı etki göz önünde bulundurulursa, Tatu Fly? oldukça gerçekçi ve sağlamcı davranmış. Uçmamışlar ama sınırlarını zorlamışlar ve etkilendikleri isimlerin özünde yatan birşeyleri çekip çıkarmış ve yorumlamışlar. İşte bu yüzden yaptıkları iş, "ciddi bir iş" olmuş. Müzikte ciddiyetin saygı duyulması gereken bir erdem olduğunu düşünüyorum.
Tatu Fly’ı ağırbaşlı ve kendinin farkında olan elemanlarını kutluyor ve özellikle "Confused" isimli şarkılarına kulak kabartmanızı öneriyorum. Müziğin sadece sahne şovları ve televizyondaki akislerden ibaret olmadığını ve başka birşeylere daha yaradığını unutmamak gerek.

Seha Can


YALNIZ GEÇİRİLEN GECELER İÇİN SOUNDTRACK

Günümüzde müzik teknolojilerinin ve müziğin icra biçimlerinin önlenemez değişimi ve ilerleyişi göz önüne alınırsa; kökeni, doğası gereği oldukça eskilere dayanan şarkıcı/ şarkı yazarı geleneğinin, şu an nerede durduğu ve müzik endüstrisinin içinde nasıl bir önem taşıdığı sorusu etraflıca tartışılmaya muktedir: Belki öncüllerini yinelemekten öteye gidemeyen, ticari boşluklara düşen şirketlerin can simitleri, belki de kocaman bir süzgecin üzerinde kalan modern halk ozanları.
Ülkemizde, sırtını batıya dayayarak, günü yakalamaya gayret eden bu tip müzisyenlerin sayısı, ne yazık ki pek fazla değil. Sehacan da, bu az sayıdaki isimlerden biri. Fakat bu durum, Sehacan’ı, kötünün iyisi ya da yoklukta tutunulacak bir can simidi konumuna getirmiyor. Aksine, müzik piyasasındaki emsallerine örnek teşkil edecek, ve “Böyle de oluyormuş.” dedirtecek nitelikteki şarkı yazım biçimi ve enstrüman hakimiyeti sebebiyle özel ilgiyi hak ediyor.
Jeff Buckley, Devandra Banhart gibi isimleri hatırlatan halet-i ruhiyesini, günümüz alternatif rock müziğiyle doğru ve nispeten bu topraklara ait şekilde harmanlayan ve şekillendiren Sehacan, şimdiden kendine farklı bir rota çizmeye başlamış gibi. Yatak odasında kaydettiği şarkılarının, stüdyodan - kanımca çok da fazla kalabalıklaştırılmadan- geçmiş hallerini kendi adıma dört gözle bekliyorum.
Evde yalnızsanız, yapmanız gereken çok da mühim şeyler yoksa; hele bir de geçen geceden kalan yarım şişe şarabınız varsa, bu adamın söylediklerine kulak verin.

Nordik


http://www.myspace.com/nordiktr

OKYANUSTA PUPA YELKEN

Alican Tezer, Can Söylemez, Okan Kaya, Ömer Öztüyen, Onur Balaban ve Tarık Tamer Taşkaya’dan oluşan Nordik’in, çok uzun bir mazisi olmasa da; yaptıkları müziğin ciddi bir birikimin ürünü olduğu, ve grubun bu müziği bilerek ve düşünerek yaptığı açıkça anlaşılıyor. Elektronik müziği, ayakları yere basarak ve olgunlukla icra etmek, kim ne derse desin, ancak o zaman o müziği değerli kılıyor; ve Nordik bu noktada övgüyü hak ediyor.
Elektronik müziğin üretim alanının ve bu alanın kolaylıklarının hızla genişlediği ve yaygınlaştığı bir dönemde; grup, bu okyanusta batmamanın ipuçlarını hatırlatır nitelikteki işleriyle, bizi ister istemez, bu konuda düşünmeye ve sorgulamaya yöneltiyor. “A İçin Bir, B İçin İki” isimli şarkılarına özellikle dikkat etmek gerek.